İnsana Yolculuk

İnsana Yolculuk
www.norradyo.com

24 Ağustos 2016 Çarşamba

29 Ağustos 2015 Cumartesi

Bugün günlerden hüzün

Her gün mırıldanır zihnim.
"Mırıltılarım" bölümünü tam da bu nedenle açmıştım.
Zihnimin mırıltılarını sizlerle paylaşmaktı arzum.
Günler, haftalar geçti fakat ben yazamadım, cesaret edemedim bunu yapmaya.
Milyonlarca soru, milyonlarca cevap döner durur beynimde.
Sizlerle; yani okuyucularımla sürekli sohbet edip dururken, yazamadım bir türlü…
Kendinle sohbet etmeye benzemiyor paylaşmak…
Sabahın sekizi ve ben hala hiç uyumadım.
Geldim salona.
Açtım bilgisayarı ve denerim sizlerle sohbet edebilmeyi.
Gelecek günler gösterecek bu işi ne kadar becerebileceğimi.
Sizlerin yorumları yol gösterici olacak sanıyorum bu maceranın gidişatında…
Öylesine unuttuk ki kendimizi.
Dayatılan gündemlerin tartışmasında geçen vakitlerde yitirdik şiirleri, şarkıları.
Utanır olduk neşelenmekten.
Utanılası birşey oldu İNSAN olmak…
Bugünlük bu kadar canlar.
Öylesine doluyum ki nereden nasıl başlayacağımı bilemedim.
Yapıverdim bir başlangıç.
Sizler de yazın bana.
Dertleşelim olur mu?

Mırıltılarımızı paylaşırken, belki buluruz bir yolunu iyileşmenin ve iyileştirmenin kim bilir?
30-8-2015

11 Ağustos 2015 Salı

Ya korku bataklığında debelenecek ve ölüme yataklık edeceksiniz. Ya da sevginin aydınlığında yaşamı üreteceksiniz…


Ülkemde olan bitenleri izledikçe,  kendimi; 'Yine mi? Yüzlerce yıl sonra hala mı?' diye sorarken buluyor ve kahroluyorum…
Korkudan örülmüş zincirlerinizi, hala kıramadığınız için kızıyorum…
Kırın korku zincirlerinizi!
Asırlardır kölesi olduğunuz Korku İmparatorluğunun da tuzla buz olduğunu göreceksiniz.
Önce "Gavurlarla" korkuttular sizi, inandınız. 
Oysa ne yersiz bir korkuydu bu bilemediniz…
"Gavurlar" o toprakların zenginliğiydi. 
Üreteniydi, mimarıydı, inşa edeniydi, sanaatkar ve zenatkarlarıydı. 
Dağları yeşerten bağların, akan çeşmelerin RUHUydu o "Fıllalar".*
"Bağlar kurudu, çeşmeler akmaz oldu, sizin gidişinizle" dediklerinizdi, Onlar…
Gavurları yok éden zihniyete inanıp, onlara yardım ederken yanıldınız!
Sonra komünistlerle korkuttular sizi. 
'Komünist" diye korkutulduğunuz hareketin içindeki insanların mücadelesinin sizlerin çıkarları için olduğunu bilemediniz… 
Onlara gözünüzün önünde yaşatılan acılara, şiddete, yok etmeye sırt çevirdiniz…
Gencecik çocuklarınızdı, egemenlerin yalanlarına inanarak korkaklığınıza kurban ettiğiniz...
İşçinin, emeğin, alın terinin, eşitliğin ve özgürlüğün savunucusuydular ölümlerine sağır, sessiz kaldığınız gençler  ("Komünistler".).
O gençler, sizlerin özgürlüğüydü. 
Düşünmeyi bilen aklınızdı. 
Bilemediniz. 
Bilmek bile istemediniz. 
Yine yanıldınız!
Yavuz Sultan'dan beri öcü muamelesi gören Aleviler'e düşman edildiniz.
Onlara dair size anlatılan her saçmalığa, sorgusuz sualsiz inanmayı tercih ettiniz…
Tekrar tekrar yakılırlarken Alevi kardeşlerin, sen seyrettin utanmadan insanlığından…
Kadın ve erkeğe eşit değer verdiği için karalar çalmakta arsızca inat ettin …
Ve yine sen  kaybettin kaybettiğinin ne olduğunu bile bilmeden…
Aleviler senin İNSAN yanını içselleştirip,yaşamayı öğrenenlerdi bilemedin.
Yine yanıldın!
Her dönem  bir suni düşman yaratarak ve senin O düşmandan korkmanı sağlayarak, kendi iktidarını devam ettiren kapitalist sistem yeni düşmanlar bulmakta çok ustaydı. 
İşler böyle yürüyordu egemenlerin cephesinde…
Bu kez korkulması gereken en tehlikeli düşman(!) Kürt halkıydı…
Her zamanki gibi sana anlatılan herşeye sorgusuz sualsiz inandın.
Doğanın tüm insanlığa bağışladığı hakları elde etmek için mücadele éden, seninle eşit haklar talep éden bu halkın, çoluk çocuk demeden öldürülmelerine seyirci bile olamadın!
Yaşlılarına, köy meydanında egemenlerin askerleri tarafından insan boku yedirilmesine gülüp geçtin!
"Vatan, millet, Sakarya" ninnileriyle uyutulmayı seçtin sen, tilki kurnazlığıyla…
Toprak dediğinin insan için var olduğunu, toprağın alınıp satılabilir bir meta olmadığını, sınırlar çizerek, çitler örerek toprağın sahibi olduğun saçmalığına inandırarak, yeryüzünün hepimize yetecek büyüklükte olduğu basit gerçeğini bile unutturdular sana…
Bu histerik ruh halinle nasıl da yardım edersin egemenlere bilemedin!
Kürt halkı senin çığırdığın türkülerindi, yüreğindi.
Sana yaşatılan acıların, haksızlıkların, ihanetlerin çığlıydı onların sesi…
Ağıtların, ninnilerin, masallarındı, senin kavgandı mücadeleleri...
Bilemedin ve yine yanıldın!
Ülkemde olanları izlerken en son gözlemlediğim haliniz içler acısıdır.
Ermeni'si, Rum'u, Süryani'si, Komünist'i, Alevi'si, Kürd'ü bitince öylesi şeytani bir formül işleme koydular ki hala midem bulanır kendilerinden…
Çocukluğumda; "Gavur"  diye kovaladıkları ben gibiler ve kendilerine "Müslüman Türk" diyenler vardı.
Sizleri bölmekte öylesine ustalaştılar ki bugün; "Laikler-Kemalistler" ve " İnananlar-Dinciler" olarak iki kampa bölündünüz.
Bir kıvılcım yetecek sanki birbirinizi boğazlamanız için…
Acınası bir durumdasınız hepiniz!
Kiminiz inançtan korkar, kaçar oldu bilmeden tehlikeli olanın inanç değil DİN olduğunu...
Din,  satılabilir en pahalı meta olalı asırlar olmuş.
Vatikan bu işi en iyi yapan, odak olalı asırlar olmuş…
Avrupa'nın bilgiye uyanışıyla, bunu yenmesinin üzerinden çok uzun zaman geçmiş fakat ülkede sizler hala bu iki kavramın ayrımını yapamayan bilinçlerinizin  körlüğünde, sürüklenir durursunuz!
İnanmak için, insan eliyle inşa edilmiş  mekanlara ihtiyacınız olmadığını, tek kutsal mekanın kendi yürek odanız olduğunu unutturdular size!
"Kutsal" dediğiniz taş binaları bombaladıklarında deliye dönüyorsunuz.
Taşları korumak için kana susuyorsunuz...
İnancınız, o binaların dört duvarlarına sığacak kadar mı küçük?
Bu kadar az ve cılız mı inancınız?
Sevgidir dinim, yaşamdır inandığım demeyi öğrenmeniz için daha kaç kere egemenlerin sizlere sunduğu filmi ilk kez görmüş gibi izlemeye devam edeceksiniz?
Beni şaşırtan ve üzen tek şey şudur; egemenler hep aynı senaryoyla yazılmış filmi bir düğmeye  basarak vizyona sokarlar, onların işi budur anlarım…
Anlamakta zorlandığım peki sizler aynı filmi tekrar tekrar izlemekten bıkmadınız mı?
Bu düğmeye basılınca vizyona giren filmden sonra olacakları bildiğiniz halde neden sessizce izlemeye devam edersiniz?
Fransız tarihini öğrendikçe görürüm ki bu halkın egemenlere karşı eşitlik,özgürlük mücadelesi birkaç asır sürmüş. 
Hala da devam etmekte olan bir kavgadır bu…
Hiçbirşeyin  tepside sunulmadığının, hakların  söke söke alındığının destansı bir tarihini yazmış Fransız halkı…
Bunu, haksızlıklara hep birlikte isyan ederek başarmışlar…
Medeniyetin beşiği olan Küçük Asya'nın  halkları daha ne kadar devam edeceksiniz birbirinizden nefret etmeye?
Gençlerinizin tabutlarına sarılıp ağlayarak, kendinize acıyarak bir adım öteye gidemeyeceğinizi ne zaman farkedeceksiniz?
Ötekine kin kusarak, küfür ve hakaretlerinizle sistemin ekmeğine yağ sürerek, suç ortağı olmaktan ne zaman vazgeçeceksiniz?

Birlikte hareket ettiğinizde, sizleri bölerek iktidarlarını sürdürenlerin kaçacak  delik bulamayacağı gerçeğinin bilinçli farkındalığına ne zaman varacaksınız?
Kaç nesli daha kurban vereceksiniz çocuklarınızı, sistemin egemenlerinin sunaklarında?
Artık sizler için üzülmekten vazgeçiyorum!
Yaşadığınız herşeyin sorumlusu sizsiniz!
Geceler, günler boyu sizleri düşünüp, bir hiç için öldürülen çocuklarımız için ağlamaktan yoruldum.
Egemenlerden birinin tarafını tutup, birbirinize düşman olma hallerinizi izlemekten bıktım!
Çocukluğunuzdan beri resmi söylemin beyninize şırıngaladığı ezberlerinizle akıl yürütmelerinizden sıkıldım!
Akıl  yürütmeyi bırakıp, düşünmeyi öğrenmenizin vakti geldi.
Düşünmek sadece gerçeğin ışığında, rehberliğinde yerine getirilebilecek bir eylemdir, hatırlatırım…
Zihninizin vıdı vıdılarını düşünmek sanma yanılgısından kurtulmalısınız hatırlatırım!
Gücünüzün farkına vardığınız an, herşeyin sizlerin istediği gibi olacağından asla şüphe duymayın.
Halkların asla birbirine düşmanlığı yoktur!
Paylaşamayacakları hiçbirşer yoktur!
Sadece, egemenlerin kendi çıkarları için toplumları birbirlerine düşman etmeleri gerçeğine zombiliğinizden kaynaklanan sorunların kaçınılmaz sonuçlarıdır yaşadıklarınız hatırlatırım!
Seçim ve karar sizin…
Ya hayata sahip çıkacaksınız ya da hileyle, iftira ve yalanlarla size dayatılan korkularınızın tutsaklığında kayıp bilincinizle, ölümün tırpanı olup kana boğacaksınız yeryüzünü…
Unutmayın!
Yaşadığı coğrafyayla da sınırlı değildir kendine İNSAN'ım diyenin sorumluluğu hatırlatırım!
Hayatlarını tehlikeye atarak, sırf sizleri gerçeklerle bilgilendirmek için gezegenimizin her coğrafyasında gazeteciler, yazarlar tehditle ya da ölümle susturuluyorlarsa sorumlusu sizsiniz!
Dünya'nın her bölgesinde çocuklar, genç kızlar seks kölesi olarak satılıyorsa tek sorumlusu sizsiniz!
Her yıl 2,5 milyon insan gezegenimizin her coğrafyasından insan ticareti için kaçırılıyorsa sorumlusu sizsiniz!
Ya korku bataklığında debelenecek ve ölüme yataklık edeceksiniz. 
Ya da sevginin aydınlığında yaşamı üreteceksiniz…
Karar sizin!

Anjel Dikme
11-8-2015
Paris

08:24

"SASON'DA ERMENİ Mİ VARDI?"

"SURGUN VE KATLIAM   (sayfa 1-14)****

Ben Malhas MUMEĞYAN (mi meğr yantsiner)

Yil 01.02.1932 bugunki T.C.'nin Batman Eluh ilinin, (Kozluk, Hezzo) Hizva kagak ilçesinin Artere koyunde dunyaya geldim.

Doğduğum sene Kürt harbi varmis. Bu savas 1938 yilina kadar devam etti."

Okuduğunuz satırlar babam Malhas Dikme'nin elyazısıyla yazıp bıraktığı 82 sayfalık anılarının giriş bölümünden alınmıştır.

1800'lerde başlayan Sason katliamları, 1909, 1915 soykırımıyla devam eder.
Ohannes dedem anlatırdı:
"Biz bir kere değil lao üç kere kesildik. 
Köylerimiz yakıldı. Kadınlarımız, kızlarımız kaçırıldı.
Kardeşlerimin öldürülüp bırakıldıkları yerde çürümüş, hayvanlar tarafından parçalanmış cesetlerini dağlardaki mağaradan topladık…
Bir tanesinin nehir  suyunda çürümüş bedeninin parçalarını bez torbaya doldurduk.
Gömdük...
Sonuncuda artık inanmadık Osmanlı'nın sözlerine, askerleri öldürüp, silahlarını aldık ve dağlara sığındık. Yıllarca çoluk çocuk, kadın, yaşlı çok zor şartlarda yaşam mücadelesi verdik…
Taa ki Atatürk 1938'de  'Kim ki eli bileğine kadar asker kanına  batmış da olsa cezalandırılmayacaktır. İnin dağdan' dedi, o zaman O'na inandık ve indik.
Cezalandırılmadık.
Sürgüne yollandık. Aileler parçalandı. Bana Dikmen soyadını, kardeşim Done'ye Kalan soyadını verdiler."

Afyonkarahisar'da on yıl sürgünde kaldıktan sonra 1948 yılında "Kendi topraklarına dönmemek kaydıyla" özgür (!) bırakılırlar.

"Kendi toprakları" sözünün ne anlama geldiğini bu ailenin tarihini öğrendiğimizde anlıyoruz.
Savaş içine doğan babam yayası Şamam ve Halası Arusyag'la geçirir tüm çocukluğunu çünkü maması Yeğsapet (Ehso) kendisinden yedi yaş küçük kardeşi Murat'la ilgilenmek zorundadır.
Mamasının yanına gittiğinde "Kına kına tun Çoçoyin yev hokkurin dığan es"* dermiş.
Bu cümle, hangi şartlar içinde söylendiğini anlayamayacak yaşta olan bu çocuğun yüreğinde hep kanayan bir yara olarak kalacaktı.

Şamam yaya 1967 yılının şubat ayında 126 yaşında İstanbul Surp Pırgiç Hastahanesinde rahmetli olur.
Ben beş yaşımdaydım ve babamın ertesi gün aldığı gazetede şu başlıkla yayınlanmıştı ölüm haberi:
"Türkiye'nin en yaşlı ninesi öldü." 
Babamın yıllarca sakladığı, bu gazetenin de olduğu dosyası ne yazık ki yurt dışına çıkışlarından sonra kayboldu.
Yine babamın anılarından bu döneme ait uzun bir alıntı yaparak devam edeceğim satırlarıma.

(On yıllık sürgünden sonra önce DikranAmed'e gelirler.)
……………………
………………………………..
"Burada ayrılmamız gerekti.Benlen Sarkis** dayı Hançepek yoluna,onlar da Mergahmet yoluna doğru birbirimizden ayrıldık.Sarkis dayıdan bır sokak yukardan ayrılıcaktım bu nedenle ben hemen "Dayı siz tağagansınız,bizim Surp Giragos Kilisesesının yapım tarihini bilirsiniz"dedim.Güldü"Kardaşım Surp Giragos ismini biz koyduk çünkü büyük taraf sonradan yapılmış.Essas tarihi küçük kilisesdir şimdiki badarak yapılan yer.Bu kiliseyi Sasonlu Giragos isminde bal parasıynan yaptırmış.Bu adamın tam bin tane arı kovanı varmış Hazar Petak isminde bir yerden gelirmiş.Rivayete göre ve ağızdan ağıza bu kadar biliyoruz çünkü bu kilise tam üç defa yanmış onun için yapılış tarihini tam tamına bilmiyoruz.Kimisi milattan sonra 400 kimisi 450,500 kimisi 600,700 yılarında yapıldığını söylerler" dedi.
Sarkis dayıya bu soruyu sormamın nedeni 126 yaşında İstanbulda Surp Pırgiç Yedikule Ermeni Hastanesinde ölen ve Tanrının rahmetine kavuşan Yayam büyük annem Şamamın anlatıklarından daha fazla bilgiye ulaşmak içindi.Fakat kim ne derse desin ben Yayam Şamam dan dinlediklerime inanıyorum. Neden diyeceksiniz ?
Bizim o yörede okul veya yazar yoktu herkesin,her toplumun,her soyun tarihini göbek sayarak belirlerlermiş.Babaannem bizim yani dedem ve kendisi bizim soyun 21 ci göbek olduğunu söylerdi.Benim Annam Babam 22 ci ve ben 23 cü göbek oluyorum.Göbek sayısına göre ortalama yaş 60 diye hesapladığımız zaman ortaya 1380 yıl evvel olduğu yani büyük annemin söylediği tarihi çıkıyor. Surp Giragos Kilisesi 6 ve 7ci yüzyılları arasında yapılmiştır.
Şimdi size 126 yaşında,1967 şubat ayında çok soğuk ve karlı bir günde İstanbulda ölen yayamın ağızından aktarıyorum."Kök ve soyumuzun bügün bile ismi değişmemiş olan Üstörk yaylası denilen yerden oldukları ve bu soya Mumeğ Mumeğtsi derler.Halen Üstörk de büyük büyük dedelerimizin harabeleri,ev,değirmen,ağıl yerleri isimleriylen söylenir.Evinin yerine köskü sürüm yane Köşk,Konakta denebilir tepesi evet halen yöre halkı bile bu isimleri kulanır.
Bu yerler dağlık ve kışın çok soğuk olduğu için yaşam çok zordur.Bu Mumeğin 7 oğlu olduğunu sayarlar.
Sovuk olduğunda her biri başka yerlere göçmüşler.Bildiğim ve duyduğum kadarıynan en büyük kardeş Muş ovasına,ikinci ve 3 cu Çerduya diğerleri de simdiki Hazar Petaka gelmişler.Hazar Petak 3 veya 4 kılometre Kadar Üstörk'den aşağıda bir vadidedir. Giragos ve diğer kardeşler de burada ev yaparlar.
Arıcılık ve hayvancılık yaparlar ve arıları birkaç sene içinde arı kovanlarını koyacak yer sıkıntısı çekerler ve mecburen büyük arılıklar yaparlar.Ve arı kovanlarını yeni yaptıkları yere taşırlar. Kovan petakları sayarlar tam tamına bin tane petak olduğunu gorünce buranın isminede Hazar Petak*** derler.Halen bu yöre halkı hepside buraya Hazar Petak derler."

24. Göbek olarak Hazar Petak'ta değil de  DikranAmed'de doğan ben Anjel Dikme tam da "Belge getirin efendim belgeniz var mı?" diye hala utanmadan, arlanmadan, hayasız ve vicdansızca, güneş ışığının sızamadığı gri-karanlık ormanlar gibi yürekleriyle papağan çığırtkanlığı yapanlara bir çift sözüm var. 
BELGENİN TA KENDİSİYİM BEN! BURADAYIM ve YERYÜZÜNÜN HER YERİNDEYİM!
Papağan çığırtkanlığınızla, yalan bataklığınızda son çırpınışlarınızı yaşarken SİZ de bilirsiniz gerçeğin ne olduğunu ve délice korkuya kapılmanızın, bu  korkuyla iyice saçmalayarak kendinizi tüm insanlık önünde rezil etmenizin nedeni de budur. GERÇEKLER kabusunuzdur…
İnsanlıktan zerre kadar nasibini almamış bu inkarcılığınız sürdüğü müddet boyunca da kabusunuz olmaya devam edecektir yaşanmış, yaşattığınız bu acı gerçekler!

Yazımın başlığında alıntıladığım cümleyi merak ediyorsunuz değil mi?
Anlatayım.
11 Nisan Lozan, 12 Nisan Köln, 18 ve 19 Nisan Paris olmak üzere dört konferansa konuşmacı olarak 
davet edilmiştim.
Her konferansın bitiminde yanıma gelip sorular soran, sohbet etmek isteyen dinleyicilerden, 
soykırım sonrası 3. kuşak bir Kürt erkeğiydi bana bu soruyu soran.
"Baba tarafım Sason'lu, mama tarafım DikranAmed'li." dyerek başlarım kendimi tanıtırken.
Yanıma geldiğinde şaşkındı. "Sason'da da mı Ermeni vardı?" sorusunu sorduğunda ben ailemin tarihini düşünüp acı acı gülümsedim. 
Devletin unutturma politikalarının ne kadar güçlü işlediğinin bir kanıtıydı bu genç Kürt erkeği.
"Adil Hafıza" deyip duranlar, sistematik olarak halkların hafızasına tecavüz etmeye devam ederler. Halkların hafıza kaybına uğraması için elindeki tüm imkanları kullanmaktan çekinmeyen egemenlerin, olmayan hafızalardan adalet talep etmelerinin ne derece samimi bir söylem olduğunun siz okuyuculara bırakıyorum.

Devam edecek…

Anjel Dikme
27-4-2015
Paris
16:11



*Git git sen yayanın ve halanın oğlusun.
**Diyarbakır'ın Dişçi Sarkis'i.
***Hazar petak yani Bin Kovan.
****Malhas Dikme'nin 82 sayfa el yazısıyla bıraktığı anılarıdır.

Üzerinde çalıştığım, ikinci kitabım olarak yakında basılacak olan bu anılar 1915 soykırımında kendilerini koruyan Kürt ağaları sayesinde ata topraklarında yaşamaya devam éden Sason Ermenilerin'e devlet tarafından yapılan zulmün Cumhuriyet tarihi boyunca da devam ettiğini ve 1968'de kalan son birkaç Ermeni ailenin de nasıl ve hangi olaylar sonrası göç ettirildiğinin şahitliğidir…